Muzik

17 Nisan 2016 Pazar

KARACASU EFSANESİ

Çiller deresi ile Köstebek çayının kesiştiği yerde dev boyutlu asırlık çınar ağaçları vardı. Aralarındaki mesafe o kadar yakın değildi ama dalları birbirleriyle kucaklaşır, güneş, günün hiçbir saatinde fırsat bulup da toprağa ulaşamazdı. O kadar ki bir hafta yağmur yağsa yer ıslanmazdı. Milyonlarca kuş yuvalanırdı orman içine. Yaban hayvanları da kış gelince oralarda barınırdı.
Köstebek vadisinden geçen, Mudurnu yolu ile Nallıhan tarafına doğru gidildikçe orman seyrekleşir ağaç boyları daha da kısalırdı.

Çiller deresi ile köstebek çayının birleştiği o harika yer, dünyanın merkezi gibiydi bir bakıma. İstanbul tarafından gelip Göynüğü yahut Mudurnu’yu geçerek doğuya doğru gitmek isteyen kervanlar orada konaklardı. İnebolu tarafından gelerek Eskişehir, Afyon, Konya üzerinden Adana'ya doğru gitmek isteyen kervanlar da konaklamak için orasını tercih ederdi. O nedenle Çiller ile Köstebek derelerinin kesiştiği yerde, o harika park alanı, hem Osmanlı hem de dünya haberlerinin konuşulduğu bir yer olurdu. Sürülerle yük hayvanı gelir yükleri boşaltılır sonra da salıverilirdi. Kervancılar dinlenene kadar hayvanlar otlar karınlarını doyururdu. Çiller ile Köstebek kavşağı, daha doğrusu Uluhan’dan Nallıhan’a uzanan vadi güvenli bir yerdi. Bu güven aslında bölge halkının da bir göstergesiydi.

Karacasu köyü; Çiller deresi ile Köstebek deresinin kesiştiği yerden Uluhan'a doğru giderken bir masal anlatımı kadar uzaklıkta, Olca dağının tam dibindedir. Köy o dağdan akan, Karaca suyun adı ile anılır. Karacasu, köstebek deresi ile birleşmeden önce köyün bahçelerini sulamayı ihmal etmez. Daha sonra birleşen bu iki su çoğalarak Çillere doğru akar. Orada, yani kervancıların mola verdiği yerde Çiller deresi ile kucaklaşarak Nallıhan'a doğru kıvrak hareketlerle akar gider. Gider gitmesine ama o vadiye hayat vermeyi de ihmal etmez. Bostan bahçeleri, pirinç tarlaları Karacasuyun verdiği güçle hayat bulur.

Karacasu köyü onbeş hanelik küçük bir köydü. Köylüler yakacak odunu Olca dağından temin ederdi. Küçük köyün çalışkan insanları odun yapmak için suyun pınarı başında oluşan şelaleye kadar çıktıkları da olur. Dağın yamaçlarında koyun keçi yayarlardı. Orman içindeki bayırlarda hayvanların zil sesleri duyulur. Çobanlar dağdan dağa ıslık üfleyerek haberleşirlerdi.
Köyün doğal güzelliği, Çiller kavşağındaki kervan konaklama yerinden geri kalmaz. Yeşil, çimenli düzlüğü çam ağaçları arasından insana gülümser. Arada bir Uluhan tarafından hafif bir rüzgâr eser. Çam ağaçlarının koca dallarında iğne yapraklar bir genç kız yüreği gibi pırpırlar sinekleri ürkütürler. O nedenle ne karasinek ne de sivrisi uğrayamazdı oralara.
Dağdan gelen suyun bir kolu Köyün orta yerinden geçer, oradaki çeşmeyi şenlendirir sonra da tarla aralarından aşağı doğru yoluna devam eder, akar gider. Doğrusunu söylemek gerekirse Karacasu; adını verdiği köye hayat da verir.

Senesi pek belli değil ama Güneş ve Ay tutulmasının yaşandığı o haftanın sonunda arkası gelmez yağmurlar başladı. Sanki gök delinmiş de Nuh tufanı gibi dünyayı sular altında bırakacaktı. Dur durak bilmeden yağıyordu. Derelerin suyu birkaç misli arttı, dağ yamaçlarında orman aralarında yeni dereler türemeye başladı. Çobanlar gök gürültüsü ve yıldırımdan korktuğu için koyun ve keçilerini dağlara süremedi. Köy çeşmesinin suyu dahi hiç görülmediği kadar arttı. Ağaç dallarına değen yağmurun hışıltısını işiten çocuklar, uyudukça uyudu.

Yağmur herkesi yıldırdı. Artık köpekler havlamıyor, atlar kişnemiyor, kuzular melemiyordu. Köyün Aksakal Bilgesi dahi şaştı kaldı bu yağmura. Eğer sular akmayıp da birikse birkaç adam boyunu aşabilirdi.

Yağmurun kesildiği yedinci günde bulutlar hızla doğuya doğru aktı gitti. Güneş kocaman bir değirmen taşı gibi asılı kaldı gökyüzünde. Aylardan Ağustostu ve serin olması gerekirken, sıcaklık yükseldikçe yükseliyordu.

Eylül ayı gelince, köy çeşmesinin suyu iyice azaldı. Kanalın bozulduğunu sananlar biraz arka taraftan geçen Karacasu'ya gidip baktılar. Baktılar ama şaşırıp kaldılar. Çünkü Karacasu iyice azalmış ve artık neredeyse akmaz olmuştu.

Aksakal Bilge özgüven sahibi, upuzun, bembeyaz sakalı olan bir adamdı. Öncelikle ona haber verdiler. O da bu işe bir anlam veremedi. Ancak “belli ki hayra yorulacak iş değil” diye düşündü. Yerinden kalktı, etrafında olan adamlar toparlanmaya başladı. Avluya çıktığı zaman köyün adamları, kadınlar ve çocuklar orada öylece onu bekliyordu. Bilge’nin gözleri teker teker onu izleyenlerin yüzünü dolaştı. Gördü ki gözlerinde umutsuzluk vardı. Döndü oğluna baktı. Oğlu onu anladı, koşarak bastonunu getirdi, eline tutuşturdu.

Çeşmenin yanına kadar yürüdüler. Aksakal Bilge önde, erkekler arkasında, daha geriden çocuklar ve en arkadan da kadınlar gidiyordu. Suyun akmadığını gördü. Bir elini çeşmenin oluğuna tuttu. Hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Sonra elini oluktan çekti ve iki avucunu yan yana getirdi, Herkes “Amin” dedi. Yeniden yürümeye başladı. Tepenin arkasından geçen Karacasu'nun yatağına bakmak istiyordu.

Şaşılacak bir iş; Karacasu intihar etmişti sanki. Yatağında öksüz kalan kurbağalar su birikintilerine sığınmaya çalışıyordu. Bilge ise elini kaşının üzerine getirip ta yukarılara Olca dağının başına doğru baktı. Bir şey görmek istiyordu, belli ki göremedi. Sonra arkasındaki insanlara döndü; “Böylesini ne gördüm ne de işittim. Karacasu öldü! Oysa bizim köyden Nallıhan'a kadar uzanan topraklara hayat veriyordu. Yolu üzerinde yaşayan binlerce insana, hayvana kurda kuşa da hayat vererek akıyordu” neredeyse ağlayacaktı.

Tekrar olca dağına doğru baktı, sanki oradan bir ses bir işaret bekliyordu. Ne bir ses ne bir nefes duyamadı. Başını öne eğdi, elindeki bastonuyla yeri eşelemeye çalıştı anlamsızca.
Bir umutsuzluk çöktü köye. Aksakal Bilge mutlaka bu işe bir çözüm bulur, diye düşünenler bile şaşkındı. Suyun akmaması buralardan göç etmek anlamına gelirdi. Oysa buraları onların ata yurduydu. Eğer su akmazsa insanlar, koyunlar, keçiler, inekler ne yapar nasıl hayatta kalabilirdi? Bahçeler tarlalar ne ile sulanır, sulama olmazsa ürünler kuruyup gider, diye düşünmeye başladılar.

Bilge Aksakal her sabah Olca dağına tırmanır, karaca suyun pınarına varıp orada otururdu. Az yukarıda genişçe bir düzlük vardı. Düzlük dört bir yandan çam ağacı dallarının örtüsü altındaydı. Karacasu buradan geçerek uçurumdan aşağı bir şelale oluşturur akar giderdi. Karşılara bakıldığı zaman Seben hatta Kıbrıscık ve Köroğlu dağları bile gözükürdü.
Oturduğu yerden kalkar kıble tarafına döner, sonra da dizlerinin üzerine çömelir suyun akması için dualar ederdi.

Köydeki insanlar yolunu gözlerdi. Ondan başka umut bağlayacakları hiç kimse yoktu. Köstebek deresinin suyu da iyice azalmıştı. Anlaşılan o ki güz gelip de kar yağana kadar su sıkıntısı çekilecekti. Bahçelerin durumu da önemliydi. Bahçeler susuz kalırsa ne işe yararlardı. Üstelik bu sorun sadece köyün meselesi değildi. Çiller kavşağındaki kervan yerinden tutun da Nallıhan'a varıncaya kadar bütün pirinç tarlaları bu suyu bekliyordu.

Susuzluğun dördüncü senesi dolsa da suyun yeniden akması olası görülmüyordu. Fakat Aksakal Bilge her gün Olca dağına çıkıyor duasını yapıyordu.

Yedi yıl geçti susuzluğun üzerinden, Aksakal Bilge inatla her gün suyun pınarına çıkıyor ve akacağı günü bekliyordu. Artık Aksakalın “Bilge” olmasını ciddiye alanların sayısı azalıyordu.
Bir gece rüyasında, türbesi Göynükte olan Akşemseddin hazretlerini gördü.
“Askerlerin nerede?” diye sormuş ona.
O anda hiç istemediği halde uyanmış. Sabaha kadar uyku tutmamış ama verilmek istenen mesajı da kavramıştı.

O sabah kuru pınarın başına gitmedi. Çoğunluğu komşu köylerden olmak üzere elli atlı buldu onlara görev verdi. Sarıcakaya, Beydili, Seben, Dörtdivan, Mudurnu, Aynalıkaya, Bolu, Taşkesti, Göynük ve Taraklı taraflarına gönderdi. Atlı ulaklar gittikleri yerlerde Karacasu'nun öyküsünü anlatacak ve halkı önümüzdeki ayın “Haziran” ikinci Cumasında pınarın başındaki düzlükte kılınacak Cuma namazına davet edeceklerdi.

Aksakal bilge atlıları gönderdikten sonra yeni bir umut düştü gönlüne.
“O kadar insan gelirse bu iş mutlaka başarılır” diye söylendi.
Ulaklar dönmeye başladı. Her gelen gittiği yerin Bilgesinden Aksakal Bilgeye selam ve istenildiği gün Karacasu pınarı başında olacaklarının haberini getiriyordu.

Haziranın ikinci Çarşambasından itibaren konuklar gelmeye başladı. At kişnemeleri Olca dağı bayırlarında yankılanmaya başladı. Köy meydanında ateşler yakıldı. Kenarlarına taşlar dizilerek kazanlar yerleştirildi. Onlarca kazan yemek pişirildi. İki kazandan birinde pilav diğerinde et pişiyordu.

Cuma günü, Karacasu pınarı başındaki düzlükte gökten iğne düşse yere inmezdi. Ne köstebek vadisi ne de Karacasu yamaçları böyle bir kalabalık görmemişti. İki günlük yoldan gelenler vardı. Sabahtan beri insanlar Olca dağına tırmanmaya çalışıyor. Aksakal Bilge ise sabah erkenden çıkmış yerini almıştı. Üç hafız üç ayrı tepede Cuma ezanı okudu. Aksakal Bilge “Akşemseddin hazretleri aşkına” diye kıldırdı. Hutbeyi bir kayanın üzerinden okudu. O zaman düzlüğün tamamen dolduğunu hatta orman içlerinde de yüzlerce insanın olduğunu far etti.
Namazdan sonra yemek dağıtıldı, etlerin pirinçlerin nereden geldiğini kimin getirdiğini bilen yoktu. Karnı acıkan koca bir yonga getiriyor, üzerine pilav ve et koyuluyordu.  O kadar bol yemek vardı ki karnı doymayan bir kişi bile kalmadı. Ne var ki Karacasu pınarında tıs yoktu.
Aksakal Bilge ve uzak diyarlardan gelen konuklar hayal kırıklığına uğradı. Güneş epeyce batıya dönmüş neredeyse dağın arkasına dönecekti.

Göynük tarafından gelen kara bulutlar gökyüzünü kaplamaya başladı. Akşam olmak üzereydi, herkes yağmur yağacağını anladı. İnsan selinin bir ucu köyde diğer ucu Olca dağının yamaçlarında köye doğru akıyordu.

Gök bir sefer gürledi. Aradan çok geçmedi peş peşe gürültüler ve şimşekler çakmaya başladı. Göynük tarafından gelen bulutlar kucağını boşaltmaya başladı. Yağmurdan ziyade gök delinmiş ve oralarda bulunan bir okyanusun suları köstebek vadisine boşaltılıyor gibi geldi insanlara. Gök gürültüsü, yağmur, şimşek birbirine karıştı. İnsanlar ağaç altlarına kaya kovuklarına sığınmak için koşuşuyordu. Yamaçlardan aşağı, patika yollar boyunca sular akmaya başladı. Köstebek deresindeki suyun seviyesi hiç olmadığı kadar yükseliyordu. Koyunlar, keçiler, inekler ve atlar ne tarafa koşacağını şaşırmış yağmura teslim olmuş oldukları yere çakılmışlardı.

Aksakal Bilge köy çeşmesinin yanına dikilmiş Karacasu'yun gelmesini beklemeye koyuldu. Yanında başka adamlar da vardı. Sırılsıklam olmuşlardı ama o izin vermediği için diğerleri bir yere gidemedi. O kadar şiddetli yağıyor ki insanlar gözlerini açmakta zorluk çekiyordu.
“Karacasu geldi!” diye bağırdı bir adam.

Herkes çeşmeye baktı, gerçekten de oluktan su akıyordu. Aksakal yaklaştı avucunu oluğun altına uzattı. Sonra da o sudan bir yudum içti, dikkatle baktı adamlara;
“Hayır!” dedi. “Bu su Karacasu değil, yağmur suyu.”

Beklemeye devam ettiler.
Yağmur başlayalı epey zaman oldu karanlık iyice bastırdı. Aksakal Bilge ile yanındakiler o kadar ıslanmış ki üzerlerinde kuru bir iplik bile kalmamıştı. Omuzlarından giren yağmur suyu doğrudan tenlerine iniyor, bacaklarından aşağı süzülerek ama bir ürküntü de vererek ayak parmaklarının ucundan toprağa ulaşıyordu. İnsanlar saçak altlarında, orman aralarında, ağaç altlarında duldalanıyor sadece çeşmeye doğru bakıyorlar, Aksakal bilgenin direnişini izliyorlar.

Göynük ve Mudurnu tarafından gelen bulutların sonu geldi. Aralardan gökyüzünde belli belirsiz yıldızlar görülmeye başladı. Yağmurun şiddeti de azaldı. Aksakal Bilge ve yanındakilerin gözü çeşmeden akan sudaydı. Çeşmeden su akıyordu ama belli ki yağmur suyu, yağmur sona erince o da kesilecekti.

Gökyüzü iyice açıldı, yıldızlar parıldıyor artık. Gözler çeşmenin oluğundan akan suda, herkes oraya bakıyor. Yağmur dindiği için kalabalık artmaya başladı. Aksakal Bilge oluğun yanında dikiliyor. Yağmurdan sırılsıklam olmuş öteki adamlar artık üşümeye hatta inceden inceye titremeye başladı.

Herkesin gözü kulağı çeşmeden akan suyun debisindeydi. “Yağmur dindi, suda bir azalma olmadı” dedi bir adam.
Herkes ona baktı.
“Bu su artık kesilmez” dedi bir diğeri.
Aksakal Bilge sesin geldiği tarafa döndü, sonra da iki avucunu yanaştırıp oluğun altına uzattı. Su dolu avucu ile dudaklarını birleştirdi. Üç yudum içti, sonra başını kaldırıp diğerlerine baktı. Sanki herkesin yüzünü tek tek görmek istiyordu. Neden sonra;
“Aman Allahım!” dedi.
“Bu Karacasu, Karacasu geri geldi!” diye bağırdı.
Bağırdı Aksakal Bilge ve öylece kalakaldı. Diğerleri koşarak kucakladı onu. Herkes sarılmak kucaklamak istiyordu. Kimisi Karacasu'nun tadına bakarken kimileri Aksakal Bilgeye sarılmak istiyordu. Ne var ki o şimdi eller üzerinde omuzlarda ama ruhu daha da yükseklere doğru çıkıyordu. Bir kahraman gibi eller üzerinde omuzdan omuza kaydırılarak evine doğru götürüldü. Karacasuyun eski tadını algılayan yaşlı Bilge, amaca ulaşıldığını anlamış ve o anda ruhunu teslim etmişti.

O heyecan içinde hiç kimse öldüğünü fark edemedi.
Karacasuyun neden kaybolduğu, yedi sene sonra öyle bir kalabalığın gözleri önünde nasıl olup da geri döndüğü, gökyüzü olaylarının bu işte ne tür bir rol oynadığı hiçbir zaman anlaşılamadı. Fakat Karacasu köylüleri bu olayı hiçbir zaman unutmadı.
_______________________________________________________
Bir gün Haziran ayında yolunuz o tarafa düşerse havaların durumuna göre ama genellikle ikinci Pazar günü Karacasu pınarının bulunduğu, Olca dağındaki düzlükte bu efsanenin bilmem kaçıncı yıl dönümü kutlanır. Şimdilerde oraya araba yolu da yapılmış. O nedenle yüzlerce insan çoluk çocuk kutlamalar için gider. Siz de gidin, katılın aralarına. Yiyecek bir şey götürmezseniz de olur. Pınarın yan tarafında ateşler yakılır, kazanlar kurulur. Kimisinde pilav pişer kimisinde et. İstemeniz gerekmez, saati gelince herkese yemek servisi yapılacaktır. Sakın bu masrafı kim yaptı, diye sormayın. Dağıtılan yiyecek ve diğer ihtiyaç maddelerini kimin getirdiğini aşçılardan başka hiç kimse, bilemez. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Getirenler hiç kimseye fark ettirmeden belki de kimse görmesin diye bir gün önceden götürürler.

Bir yanda top oynayan ya da sere serpe uzanan insanlar. Diğer yanda ulu çınarların altında mevlit okuyan insanlar, şelale bayırında fotoğraf çeken veya bir ağacın gölgesinde sohbete dalmış gençler görür mutlu olursunuz. 

Hiç yorum yok: