Mustafa Dilaver |
Hani bazen, hayat sizi öyle yerlere doğru iteler
ki, asla direnemez teslim olursunuz. Derler ki nasibinize varsa eğer, su
içebilirsiniz. Şimdi anlatacağım öykü de öyle, kaderin bir oyunu gibi…
1973 kışında Sürmene / Aksu köyünde
öğretmen olarak çalışıyordum. O sene, eşine az rastlanır bir olaya tanık oldum.
Yaşananları “Gurbetçinin Dönüşü”
adlı bir anı- yazı ile kayıt altına aldım. Sözünü ettiğim öykü, 2006 yılında
Heyamola yayınlarından çıkan “Temel Kimdir” adlı kitapta yayınlandı. Aradan on
sene geçti. Bu kez aynı öyküyü kendi blog sitemde yayınladım. Yayından bir ay
sonra, internet üzerinden bir kişi aradı.
“Yazınızda sözü edilen adam benim dedemdir. Hakkında, başka bir yazınız var mı?” diye sordu.
Olay şu; Dedem dediği adam (Mustafa Dilaver) 1916 yılında Rusyaya işçi olarak gitmiş. İhtilal nedeniyle orada kalmış. Lenin ölünce Stalin baş olmuş. Baş olan Stalin, ahaliyi oradan oraya savurmuş, darmaduman etmiş.
“Yazınızda sözü edilen adam benim dedemdir. Hakkında, başka bir yazınız var mı?” diye sordu.
Olay şu; Dedem dediği adam (Mustafa Dilaver) 1916 yılında Rusyaya işçi olarak gitmiş. İhtilal nedeniyle orada kalmış. Lenin ölünce Stalin baş olmuş. Baş olan Stalin, ahaliyi oradan oraya savurmuş, darmaduman etmiş.
Bunları nereden mi biliyorum?
1973 senesinde Aksu köyüne ‘izinli olarak’
gelen Mustafa Dilaver anlatmıştı da, oradan biliyorum.
Şimdi, Mustafa Dilaver’in anlattıklarına
dönelim.
“Devrimden sonra, biz birkaç Türk arkadaş, Osedya taraflarında bir köye yerleştirilmiştik. Bir sabah apar topar aldılar bizi. Yollara düştük. Yolculuk yaya ve Tirenle olmak üzere üç ay sürdü. Ne oldu, nereye neden gidiyoruz bilen yoktu. Nihayet Sibirya’ya ulaştık. Yolculuğa pek çok çocuk yaşlı ve hasta insan dayanamadı. Ölenlerin bazıları tirenlerden atılırdı. Sibirya’da yaşamaya başladık. Bu sefer de insanlar hastalıktan, açlıktan, kahrından hatta soğuktan ölmeye başladı. Milyonlarca insana sıcak bir ortam yahut sıcak yemek vermek kolay iş değildi.
“Devrimden sonra, biz birkaç Türk arkadaş, Osedya taraflarında bir köye yerleştirilmiştik. Bir sabah apar topar aldılar bizi. Yollara düştük. Yolculuk yaya ve Tirenle olmak üzere üç ay sürdü. Ne oldu, nereye neden gidiyoruz bilen yoktu. Nihayet Sibirya’ya ulaştık. Yolculuğa pek çok çocuk yaşlı ve hasta insan dayanamadı. Ölenlerin bazıları tirenlerden atılırdı. Sibirya’da yaşamaya başladık. Bu sefer de insanlar hastalıktan, açlıktan, kahrından hatta soğuktan ölmeye başladı. Milyonlarca insana sıcak bir ortam yahut sıcak yemek vermek kolay iş değildi.
Ben
ölmedim. Sibirya’da onuncu senemi yaşıyordum. Bir Rus arkadaşım öğüt verdi. ‘Senin
hiçbir kötü olayın olmadı. Bir Rus kadınıyla evlenirsen, buradan kurtulursun.’
Adamı dinledim ve dediğini yaptım. Evlendikten iki ay sonra Almaata’ya
gönderdiler. Orada bir ev ve küçük bir bahçe verdiler. Üç oğlum oldu. Birisi Mühendis,
ev yapar. Diğeri Müzisyen ve küçüğü de öğretmendir.”
Soldan / Aslan, Kemal ve İbrahim Dilaver Kardeşler |
Araya girdim;
“Çocukların Türkçe mi konuşur Rusça mı?”
Aslında o sırada çok gençtim ve yeteri
kadar politik sorular soracak bilgim yoktu.
“Her iki dili de konuşurlar” dedi.
“Çocuklara karşı sert bir baba mısın?”
“Disiplin içinde yaşayan bir aileyiz. On iki lambalı bir radyom var. Akşamları Çukurova ve Erzurum yayınlarını çeker. Eve geldiğim zaman çocuklarımdan biri evde yoksa eğer, mutlaka bir not yazmış ve kaçta geleceğini anlatan bir kâğıdı radyonun üzerine bırakmıştır.”
“Her iki dili de konuşurlar” dedi.
“Çocuklara karşı sert bir baba mısın?”
“Disiplin içinde yaşayan bir aileyiz. On iki lambalı bir radyom var. Akşamları Çukurova ve Erzurum yayınlarını çeker. Eve geldiğim zaman çocuklarımdan biri evde yoksa eğer, mutlaka bir not yazmış ve kaçta geleceğini anlatan bir kâğıdı radyonun üzerine bırakmıştır.”
Türkiye’ye turist olarak gelmişti ama bir
aylık vizesi vardı. Bu vizeyi Rusya verdi. İstanbul’a gidip Rus
konsolosluğundan üç aylık daha vize almak istiyordu. Şu anda o vizeyi alıp
alamadığını hatırlayamıyorum. Aradan çok uzun zaman geçti. Bu arada bir hatırlatma
daha yapmak istiyorum. Mustafa Dilaver, Çok sevdiğim Aslan Dilaver’in ağabeyi
idi. Her akşam evine gidiyordum. Fakat o kadar çok geleni gideni oluyordu ki, soru
sormak fırsatım olamıyordu. Ancak üçüncü akşam fırsat yakaladım ve
konuşabildim.
Şimdi, neredeyse yarım asır sonra İnternet
üzerinden beni arayan kişiye döneyim.
“Mustafa Dilaver dedemdir” diye yazınca inanamadım.
“Mustafa Dilaver dedemdir” diye yazınca inanamadım.
Almaata nere, Ankara nere… Üstelik düzgün
bir Türkçesi vardı. “Gurbetçinin Dönüşü”
öyküsünde, yazılmayanlarla kendisini test ettim. Her şeyi biliyordu.
Amcalarının ve babasının mesleklerini sordum, bildi. Aksu’da yaşayan ve dedesinin
ilk hanımı olan kadının adını sordum, onu da bildi. (Bu arada Mustafa Dilaver’in
ilk ve ömrünün sonuna kadar kocasını bekleyen eşi Aksu’lu Behiye teyzeye de
rahmet diliyorum.)
İbrahim Dilaver |
İlginçtir, 1973 senesinde de Mustafa Dilaver, Türkiye’ye Kars tarafından girmişti. Fakat Oradan Trabzon’a otobüsle gidildiğini bilememiş. Tiren sormuş, o da İstanbul tarafına gidermiş. Tamam demiş; “İstanbul’dan da Trabzon’a gemi ile giderim” diye düşünmüş. Öyle olunca da bir aylık vizenin yarısını yolda geçirmişti.
Mustafa Dilaver Oğullarına isim verirken,
memleketini unutmamış. Birinci oğluna kardeşi Aslan’ın adını vermiş. İkinci
oğlunun doğduğu hafta, Atatürk ölmüştü. Yeni doğan çocuğuna Kemal adını Koymuş.
Üçüncü oğluna da babasının adını, İbrahim demiş.
Türkiye’ye dönen öğretmen oğul İbrahim, çok
yaşamadı. Mustafa Dilaver’in 1942 doğumlu olan bu oğlu da vefat etti.
Ve şimdi Almanya’da yaşayan, İbrahim’in kızı
“Gülnar Dilaver” Hem benim hem de
Aksu köylülerinin yeğenidir, çocuğudur diye düşünüyorum. Henüz bire bir görüşemesek
de o bizim canımızdır artık.
1 yorum:
Yusuf Bey, sayenizde duygu yüklü mazi hatırladım. 2001 yılında Türkiye'ye dönen İbrahim Dilaver, eniştem olurdu. Rahmetli çok kültürlü ve fikri hür bir insandı. Rahmetle anıyorum. Size ise ayrıca teşekkür etmek istiyorum, sayenizde güzel ve sıcak duygular yaşadım.
Yorum Gönder