Muzik

1 Mayıs 2016 Pazar

GURBETÇİNİN TORUNU

Mustafa Dilaver
Hani bazen, hayat sizi öyle yerlere doğru iteler ki, asla direnemez teslim olursunuz. Derler ki nasibinize varsa eğer, su içebilirsiniz. Şimdi anlatacağım öykü de öyle, kaderin bir oyunu gibi…

1973 kışında Sürmene / Aksu köyünde öğretmen olarak çalışıyordum. O sene, eşine az rastlanır bir olaya tanık oldum. Yaşananları “Gurbetçinin Dönüşü” adlı bir anı- yazı ile kayıt altına aldım. Sözünü ettiğim öykü, 2006 yılında Heyamola yayınla­rından çıkan “Temel Kimdir” adlı kitapta yayınlandı. Aradan on sene geçti. Bu kez aynı öyküyü kendi blog sitemde yayınladım. Yayından bir ay sonra, internet üzerinden bir kişi aradı.
“Yazınızda sözü edilen adam benim dedemdir. Hakkında, başka bir yazınız var mı?” diye sordu.

Olay şu; Dedem dediği adam (Mustafa Dilaver) 1916 yılında Rusyaya işçi olarak gitmiş. İhtilal nedeniyle orada kalmış. Lenin ölünce Stalin baş olmuş. Baş olan Stalin, ahaliyi oradan oraya savurmuş, darmaduman etmiş.

Bunları nereden mi biliyorum?
1973 senesinde Aksu köyüne ‘izinli olarak’ gelen Mustafa Dilaver anlatmıştı da, oradan bili­yorum.

Şimdi, Mustafa Dilaver’in anlattıklarına dönelim.
“Devrimden sonra, biz birkaç Türk arkadaş, Osedya taraflarında bir köye yerleştirilmiştik. Bir sabah apar topar aldılar bizi. Yollara düştük. Yolculuk yaya ve Tirenle olmak üzere üç ay sürdü. Ne oldu, nereye neden gidiyoruz bilen yoktu. Nihayet Sibirya’ya ulaştık. Yolculuğa pek çok çocuk yaşlı ve hasta insan dayanamadı. Ölenlerin bazıları tirenlerden atılırdı. Sibirya’da yaşamaya başladık. Bu sefer de insanlar hastalıktan, açlıktan, kahrından hatta soğuktan ölmeye başladı. Milyon­larca insana sıcak bir ortam yahut sıcak yemek vermek kolay iş değildi.

Ben ölmedim. Sibirya’da onuncu senemi yaşıyordum. Bir Rus arkadaşım öğüt verdi. ‘Senin hiçbir kötü olayın olmadı. Bir Rus kadınıyla evlenirsen, buradan kurtulur­sun.’ Adamı dinledim ve dediğini yaptım. Evlendikten iki ay sonra Almaata’ya gönderdiler. Orada bir ev ve küçük bir bahçe verdiler. Üç oğlum oldu. Birisi Mü­hendis, ev yapar. Diğeri Müzisyen ve küçüğü de öğretmendir.”
Soldan / Aslan, Kemal ve İbrahim Dilaver
Kardeşler
Araya girdim;
“Çocukların Türkçe mi konuşur Rusça mı?”
Aslında o sırada çok gençtim ve yeteri kadar politik sorular soracak bilgim yoktu.
“Her iki dili de konuşurlar” dedi.
“Çocuklara karşı sert bir baba mısın?”
“Disiplin içinde yaşayan bir aileyiz. On iki lambalı bir radyom var. Akşamları Çu­kurova ve Erzurum yayınlarını çeker. Eve geldiğim zaman çocuklarımdan biri evde yoksa eğer, mutlaka bir not yazmış ve kaçta geleceğini anlatan bir kâğıdı radyonun üzerine bırakmıştır.”

Türkiye’ye turist olarak gelmişti ama bir aylık vizesi vardı. Bu vizeyi Rusya verdi. İstanbul’a gidip Rus konsolosluğundan üç aylık daha vize almak istiyordu. Şu anda o vizeyi alıp alamadığını hatırlayamıyorum. Aradan çok uzun zaman geçti. Bu arada bir hatırlatma daha yapmak istiyorum. Mustafa Dilaver, Çok sevdiğim As­lan Dilaver’in ağabeyi idi. Her akşam evine gidiyordum. Fakat o kadar çok geleni gideni oluyordu ki, soru sormak fırsatım olamıyordu. Ancak üçüncü akşam fırsat yakaladım ve konuşabildim. 

Şimdi, neredeyse yarım asır sonra İnternet üzerinden beni arayan kişiye döneyim.
“Mustafa Dilaver dedemdir” diye yazınca inanamadım.
Almaata nere, Ankara nere… Üstelik düzgün bir Türkçesi vardı. “Gurbetçinin Dönüşü” öyküsünde, yazılmayanlarla kendisini test ettim. Her şeyi biliyordu. Amcalarının ve ba­basının mesleklerini sordum, bildi. Aksu’da yaşayan ve dedesinin ilk hanımı olan kadının adını sordum, onu da bildi. (Bu arada Mustafa Dilaver’in ilk ve ömrünün sonuna kadar kocasını bekleyen eşi Aksu’lu Behiye teyzeye de rahmet diliyo­rum.)

İbrahim Dilaver
Arayan kişinin de hikâyesi ilginçti. Mustafa Dilaver çoktandır ölmüştü. Oğlu İbra­him ailesi ile beraber 2001 yılında Türkiye’ye gelmiş. İstanbul’a yakın bir yere yerleşmiş­ler.

İlginçtir, 1973 senesinde de Mustafa Dilaver, Türkiye’ye Kars tarafından girmişti. Fakat Oradan Trabzon’a otobüsle gidildiğini bilememiş.  Tiren sormuş, o da İstanbul tarafına gidermiş. Tamam demiş; “İstanbul’dan da Trabzon’a gemi ile giderim” diye düşünmüş. Öyle olunca da bir aylık vizenin yarısını yolda geçirmişti.
 
Mustafa Dilaver Oğullarına isim verirken, memleketini unutmamış. Birinci oğluna kardeşi Aslan’ın adını vermiş. İkinci oğlunun doğduğu hafta, Atatürk ölmüştü. Yeni doğan çocuğuna Kemal adını Koymuş. Üçüncü oğluna da babasının adını, İbra­him demiş.

Türkiye’ye dönen öğretmen oğul İbrahim, çok yaşamadı. Mustafa Dilaver’in 1942 doğumlu olan bu oğlu da vefat etti. 
Ve şimdi Almanya’da yaşayan, İbrahim’in kızı “Gülnar Dilaver” Hem benim hem de Aksu köylülerinin yeğenidir, çocuğudur diye düşünüyorum. Henüz bire bir görüşemesek de o bizim canı­mızdır artık.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Yusuf Bey, sayenizde duygu yüklü mazi hatırladım. 2001 yılında Türkiye'ye dönen İbrahim Dilaver, eniştem olurdu. Rahmetli çok kültürlü ve fikri hür bir insandı. Rahmetle anıyorum. Size ise ayrıca teşekkür etmek istiyorum, sayenizde güzel ve sıcak duygular yaşadım.