Muzik

27 Nisan 2016 Çarşamba

ADNAN ÖZDEMİR’DEN WART GEDİKYAN’A

Adnan Özdemir Maçka’nın Zanoy (Akmescit) köyündendir. Maçka merkezinde oturur ve bizim köy Liverada da bir evi vardı. Bu evi onu seven dostlarıyla beraber yaptı. Ne var ki yaptırdığı o evde bir gece bile kalmak nasibi olmadı.
Ömrünün sonuna kadar, şoförlük yaptı. Maçka / Trabzon / Sümela arasında binlerce insan taşıdı. En küçük bir trafik kazası yaptığı duyulmamıştır. Hem kendisi hem de ahlakı güzel bir insandı.

Karşılaştığı herkese saygılı davranırdı. Belki de o yüzden herkes de ona saygılı davranırdı. Dostlarıyla iğneli bir mecaz ile konuşmaktan keyif alırdı.
Ona; “Nasılsın?” diye soranlara şöyle derdi.
“Allaha şükürler olsun ki Müslüman memleketinde doğdum, Müslüman gibi yaşıyorum. Eğer Avrupa gibi bir Gâvur memlekette doğsaydım, Allah muhafaza, Gâvur olmam işten değildi.”

1980’li yılların başında kendi minibüsü iyice ihtiyarlamıştı. O yüzden arada bir Belediye otobüslerinde çalışırdı. Çalıştığı yıllarda otobüslerin durak yerleri sık sık değiştirilirdi. Bir seferinde ben de onun arabasında yolcuydum. Yol kenarında otobüs bekleyen adamların yanında durdu. Yolcular binerken Trafik Polisleri geldi.

“Durak olmayan yerde neden durdun?” diye sordular.

O günlerde durak yerlerinin sıkça değişiminden zaten bunalmış olan Adnan, iyice sinirlendi. Başını otobüsün camından çıkararak;
“Her gün durak yeri değiştiriyorsunuz. Bunun adına Gâvur azabı denir. Fakat siz bunu Müslüman azabına çevirdiniz” dedi.

Bir seferinde de yolcuları Maçka’da indirdi. Arabayı bir kenara çekti koltuk aralarını süpürmeye başladı. O sırada bir cüzdan buldu. İçinde hatırı sayılır para vardı. Cüzdanı cebine koydu, süpürmeyi tamamladı. Arabadan indi kapılarını kilitledi. Su değirmeninin yanındaki kahvehaneye doğru yollandı. Giderken kendi kendine şöyle bir soru sormuş;

“Oğlum Adnan, şimdi bu cüzdanı kapatır da Müslüman mı olursun yoksa sahibini arar bulur da Gâvur mu olursun?”
Biraz daha yürüdü;

“Gâvur olmalısın Adnan Gâvur” dedi kendi kendine.

Arada bir din adına konuşarak batılıları eleştirenlere de lafı yapıştırırdı;
“Adamlara demediğinizi koymazsınız ama mark ve dolarları da cüzdanınızdan eksik etmezsiniz.”

Uzun yıllar boyunca Sümela Manastırına turist taşıdığı için her dilden birkaç sözcük bilirdi. Bir seferinde Maçka’ya iki çekik gözlü kız gelmişti. Ahali başlarına toplanmış ne kızların dediğini anlıyorlar ne de kızlar Maçkalıların dediğini. Adnan yanaştı, kalabalığı yararak kızların yanına ulaşmış. Bildiği kadar İngilizceyle kızların derdini sormuş. Maçka’ya turist olarak gelmişler. Koreliymişler ve otel soruyorlarmış. Tesadüfe bakın ki Adnan askerliğini Kore’de yapmıştı. Filan memleketi biliyor musunuz diye sormuş. Kızın teki oralıymış. Aartk hemşeri çıkmışlardı ve Adnan kızları kanatlarının altına alıp doğruca evine götürmüş.

“İşte burası odanız, şurası tuvalet, şurası banyo….”

İki gün kalacak olan kızlar bir hafta kaldılar. Adnan onlara çocukları gibi davrandı. Daha sonraları memleketlerine giden kızlar aileleri ile beraber çekilmiş fotoğraflar gönderdiler. Adnan ve ailesinin fotoğraflarını da odalarının duvarına astıklarını yazdılar.

Bunu duyan Maçkalılar;
“Adnan Korelilerden çok para sızdırdı, köşeyi döndü” diye dedikodu yaymaya başladı.

Zaten Onun hareketleri insanların ilgisini çekerdi. O nedenle bazıları, “Komünist Adnan” bazıları da “Gavur Adnan” diye lakap uydurdulardı.

İlginç anıları vardı. ‘O anıları ne işe yarardı’ diye sorarsanız ben de bilmiyorum. Ancak bu yazıyı yazmama neden olan öyküsünü benimle paylaştığı için gönlümdeki yeri hep sıcak kaldı. Aramızdan ayrılalı uzun yıllar oldu ve şimdi anlatacağım bu öykü ile hatırlanmasını, anılmasını isterim.

Bir kadın ile kocası Sümela Manastırına gitmek için Adnan’ın arabasını kiraladı. O senelerde Manastırın yolu dar ve dönemeçliydi. Bazı yerlerde uçurumun kenarından geçilirdi. Tecrübeli şoför olması nedeniyle o yollarda özellikle tercih edilirdi. Kadın ön koltuğa kocası da arka sıraya oturdu. Adam hiç konuşmuyor, buna karşılık kadının sohbeti fevkalade güzeldi. Kadının düzgün Türkçe konuşmasından bu çiftin İstanbullu olduğunu düşündü.

Bir ara kocasının beyin doktoru olduğunu söyledi kadın. O da da latife olsun diye;
“Benim de arada bir başımla sıkıntım oluyor, adresinizi verirseniz İstanbul’a geldiğimde size uğrar muayene olurum” dedi.

“Fakat biz İstanbul’da değil İtalya, Venedik'te oturuyoruz” diye cevap verdi kadın.

Bunun üzerine Adnan sustu. O susunca kadın da sustu. Çam ormanları arasında Coşandere boyunca arabanın motorundan başka ses duyulmuyordu. Venedik adını duyan Adnan hafızasını zorlamaya başladı. Babasından duyduğu ve Ermeni tehciri sırasında yaşanmış bir olayın detaylarını hatırlamaya başladı.

Bir gurup Ermeni sürgüne gönderilirken o gece Maçka’da konakladılar. Onlarla ilgilenen ve Maçka’da ikamet eden bir subay, çok güzel bulduğu bir Ermeni çocuğunu ailesinden aldı, evine götürdü. Çocuğu sünnet ettirmiş ve adını da “Ahmet” olarak değiştirmiş.

Asıl adı Wart Gedikyan olan Ermeni yavrusu, Subay ailesinin bir ferdi olarak büyümeye başladı.

Rus İşgalinde Çorum’da görevli olan subayın ailesi diğer insanlarla muhacir çıkan ve Trabzon’u terk eder. Tek bildikleri şey babalarının Çorum’da olmasıydı. Aylarca süren yolculuktan sonra Çoruma varmış ve babalarını bulmuşlar.

Rus işgali sona erince Maçka’ya döndüler. Artık Wart Geikyan bir delikanlıdır. Bu süre zarfında Adnan’ın babası Mustafa Efendi ile Ahmet “Gedikyan” iyi bir arkadaşlık kurar.

Gedikyan Maçka’ya dönünce öz ailesini araştırmaya başlar. Trabzon’da kuyumculuk yapan aile dostları ya da akrabalarını bulur. Ailesi hakkında bazı bilgiler edinir. Venedik’ten mektup gönderdiklerini öğrenir. Artık ailesinin izini bulur ve bu nedenle dayanılmaz bir istekle onlara ulaşmayı düşünür. Nihayet hayalini gerçekleştirir ve çeşitli yollardan Venedik kentine ulaşır. Orada yeniden vaftiz edilir ve Papaz Okuluna verilir. Okulu bitirdikten sonra da Santa Maria Kilisesine papaz olarak atanır.

Bütün bu bilgileri, mektuplaştığı Adnan’ın babası Mustafa Efendiye zaman içinde yazar. Mustafa Efendi Öldükten sonra mektuplaşmak kesilir. Ne var ki Adnan küçük yaşına rağmen babasından bu haberleri duymuş ve hafızasına kopyalamıştır.

İşte şimdi "yanımda bulunan bu insanlara bu öyküyü anlatmalı mıyım?" diye düşünüyor.

Hiç ikilemedi, olayı bildiği ve hatırladığı şekliyle kadına anlattı. Wart Gedikyan’ı arayıp bulmalarını ve arkadaşı olan Mustafa’nın oğlunun selamını iletmelerini istedi.

Aradan aylar geçti. Sümela Manastırına götürdüğü aileden bir mektup geldi. İçinde Wart Gedikyan’ın da adresi vardı. Aynı gün bir mektup gönderir Vatikan’a.

23.12.1989 tarihli cevabi mektupta Gedikyan şunları yazar.

Sevgili Adnan
Beklemediğim sevinçle dolu, müjden bana şu soruyu sana tevcih etmemi davet ediyor. Mademki beni tanıyorsun, demek ki sen Abdullah Beyin veya Kalçizade Ömer Efendinin torunu olman gerekiyor.

Çocukluk çağımı sırasıyla Trabzon, Maçka, Ordu, Çorum ve Sivas’ta geçirdim. Kardeş ve kız kardeşlerimin müşfik sevgi bağlantılarıyla Bedriye, Kadriye, Kemal, Zekiye, Emine ve Çorumda doğan Osman.

Çok memnun olurdum eğer bana bunlardan kimin akrabası olduğunu bildirseydin.

Seni görmek ve geçmiş anıları tekrar yaşamayı çok arzu ediyorum. Maalesef ilerlemiş yaşım ve yerinde olmayan sağlığım beni bu isteğimi gerçekleştirecek durumdan mahrum ediyor. Bilhassa uzun yolculuklar.

Tabi sen benden daha gençsin, sana daha uzun ve sıhhat içinde, şen seneler temenni ederim.
Sevgi ve selamlar cümlenize. Hoşça kal.

Adnan cevabi mektubunda kendisini ona tanıtmış olmalı ki; 14 Mart 1990 tarihli mektupta şöyle yazmış Gedikyan.

Sevgili Adnan
5 Ocak 1990 tarihli mektup ve fotoğrafını aldım. Annenin Bedriye hakkındaki yazılarını okudum. Bana karşı beslediği sevgi ve yakınlığı fark ettim. Bunun sebebini düşündüm ve fikrime eski bir olayın hatırası geldi.

1916 tarihinde Çorumda bulunuyorduk ve aynı evde yaşıyorduk. Ben 10 yaşındaydım. Bedriye’nin annesi Rabiye hanım beni her görüşünde cenabı Allaha; “Bana bunun gibi bir oğlan ver” diye dua ederdi. Birkaç ay sonra gerçekten bana benzeyen bir oğlu doğdu. Annen Bedriye bütün bu olayları biliyordu. Zira kız kardeşlerin en büyüğü idi. Daima annesinin yanında bulunur ve ev işlerine yardım ederdi. Bütün sene beni ve yeni doğan kardeşini ve annenin sevincini görmek fırsatını buldu.

Sonra biz Sivas’a hareket ettik. 1919 senesinde Trabzon’a döndüğümüzde, kardeşi oldukça büyümüştü. Bana benzerliği daha da artıyordu. Annesinin vefatından sonra benim de tamamıyla 1920 de Trabzon’dan ayrılmamdan sonra, bütün bu hatıralar üzerinde tepki yarattığını sanıyorum. Bana benzeyen kardeşi bu hatıraları canlandırıyordu.

Göndermiş olduğun fotoğraflar için çok teşekkür ederim. Onlara bakarak maziyi hatırlıyorum. Yeni seneni tebrik eder işlerinde başarılar dilerim. 
Candan sevgi ve selamlar. Wart Gedikyan

Adnan’a gelen bu mektup son olmalı ki ilişkiler kesildi. Anlaşılan o ki Wart Gedikyan ölmüştü.                                       















Bu anıları yazdığım 22 Haziran 2009 tarihinde, o insanlardan hiç biri yaşamıyordu. Duygu dolu anıların tarihin bir kesitinde canlı olduğunu biliyorum. O nedenle kayıp olmalarına, unutulmalarına gönlüm razı olmadı.
_____________
İlyas Karagöz / 22 Haziran 2009 / Yazlık Köyü / Maçka / Trabzon
_________________
Yusuf Bulut'un Notu; İlyas Karagöz 2013 Haziranında 81 yaşında hakkın rahmetine kavuştu. 



Hiç yorum yok: