Aziz Bardakçı ile Libya’da, bir şantiyede tanışmıştım. Orta
boylu zayıf kır saçlı bir adamdı. Ana dili Türkçe’nin dışında Arapça ve
İngilizceyi konuşup yazabiliyordu. O bir Kerkük Türk’ü ama aynı zamanda bir
Irak kaçkınıydı. Önce Türkiye’ye kaçtı, daha doğrusu sığındı. Derdini kimseye
anlatamadı. Her an yakalanıp sınır dışı edilmek korkusuyla İstanbul’da çetin
günler yaşadı. 1976 yılında, Beyazıt’ta bir kahvehaneye takılırdı.
Kimsesiz olduğu anlaşılınca, dönemin militan örgütlerinden
biri tarafından güya sahiplenildi. Ardından da bazı eylemlerde kendisine
görevler verilmek istendi. Başının derde gireceğini anladı, uzaklaştı onlardan.
Ve o yazın şansı açıldı. Libyalı bir şirket Türk işçileri
için tercüman arıyordu. Tercümanlığa talip oldu ve işe alındı. İşte bu nedenle 1977
yılının Eylülünde Souk el khamis, Libya’da tanıştım onunla.
* * *
Baasçılar Arap milliyetçileridir. Irakta 17 Temmuz 1968 de
Ahmed Hasan el-Bekr önderliğinde bir darbe gerçekleştirdiler. Kraliyetin
ardından iktidara gelen bu ırkçı parti, öncelikle Arap olmayanları rahatsız
etmeğe başladı. Kerkük Türkmenler bu iş için biçilmiş kaftandı.
* * *
Aziz Bardakçı'nın ailesi Kerkük’te yaşıyordu. Babasının
küçük bir dükkânı vardı. Kumaş, basma, kaput bezi satardı. Bir gün polisin biri
kapısını çaldı.
“Ticaret yapmak istiyorsan Basra vilayetine taşınmalısın”
dedi.
Adam bu saçma emre direnince, oğullarını tutuklayıp hapse
attılar. Sonra da tutuklu kardeşleri Basra ceza evine gönderdiler. Aziz’in
babası işin ciddiyetini anladı ve Basra’ya taşınmak zorunda kaldı. Oraya taşınınca,
oğulları salıverildi.
Basra’da yeni bir düzen kurmak gerekiyordu. Yine bir dükkân
açtılar. Aradan çok geçmedi büyük oğlan askere alındı ama gidiş o gidiş.
Aziz babasının dükkânında çalışıyordu. Bir polis musallat
oldu ona. Her Perşembe günü geliyor ve onu karakola götürüyordu. Biraz sakladıktan
sonra da salıveriyordu. Bu durum bir kaç ay boyunca sürdü.
Üç ay sonra Aziz’in eline bir evrak tutuşturdular, askere
çağrılıyordu, başına gelecekleri anladı. Aslında Aziz de ağabeyleri gibi
askerliğini yapmıştı. Kurtulamayacağını anladı. O akşam ailesi ile helalleşti
ve çıktı.
Gideceği tek yer vardı; Türkiye.
O da öyle yaptı.
İstanbul’a gidince derdini anlatmak için çalmadık kapı
bırakmadı. Ne var ki hiç kimseye anlatamadı. Siyasal örgütlerden biri destek
olmak istedi. Buna karşılık karanlık işler teklif ettiler. Derdi başından
aşkındı ve kirli işlerden hoşlanmıyordu. Sadece ailesinin Irak’tan kurtulmasını
istiyordu.
Bu kez Basra’da olduğu gibi izlenmekte olduğunu hissetti.
Şansı tam o günlerde gülmüştü. İstanbul’dan da kurtuldu. Bu kurtuluş aslında,
umutsuzluğa attığı bir adım oldu. Tercüman olarak bir Libya firmasında iş
buldu.
* * *
Akşam olunca odasına giderdim, Iraktaki yönetimin Türkmenlere
yaptığı zulmü anlatırdı. Masal gibi gelirdi bana. Olmaması gereken, insana reva
görülmemesi gereken şeyler anlatırdı.
Bazı akşamlar O gelir, uzun uzadıya konuşurduk, bir de
bakardık ki vakit gece yarısı olmuş.
İnsanlara güven duymaz, herkesten kuşkulanan bir hali vardı.
Kaçak yaşamanın verdiği huzursuzluğu görürdüm gözlerinde ve rahatlaması için ne
diller dökerdim…
Azizi
dinledikçe, Türkiye dışında Türk olmanın
külfetini duyumsardım.
Kalkıp gidince yatağıma uzanır uzunca bir süre uyku tutmaz,
uyuyamazdım. Yorgun düşene kadar yorganımın altında döner dururdum.
Bir akşam vakti yine geldi. Yüzüne dikkatle baktım,
mosmordu;
“Ne oldu sana?” diye sordum.
“Her şeyimi biliyorsun, ben bir kaçağım. Irak gizli servisi
Libya istihbaratıyla burada bulunan vatandaşlarını araştırıyor. Kaçmalıyım;
doğrusunu söylemem gerekirse nereye gideceğimi de bilmiyorum.”
Dondum kaldım, ne
diyeceğimi bilemedim. Hiçbir şey yapamamanın ezikliğini duydum yüreğimde.
Şaşkınlığımı anladı, elini uzattı, boynuma sarıldı. Dilim tutuldu sanki.
Kapıyı açıp çıkarken aklıma geldi;
“Harçlığın var mı?” diye bağırdım. Geriye dönüp gülümsedi,
başkaca bir şey söylemedi. Dizlerim tutuldu sanki bir adım bile gidemedim arkasından.
Göz kapaklarımda bir yanma hissettim. Neden sonra, bıyıklarımdan aşağı süzülen
yaşların sıcaklığı ayılttı beni.
* * *
Bu yazıyı yazarken Basra ve Bağdat’a bomba yağıyor.
“Acaba Aziz hayatta mı?” diye bir soru takıldı zihnime.
____________________
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder